Geleneksel Sanatlarımızda İcazet Geleneği
İBRAHİM ETHEM GÖREN
• İcazet, klasik İslâm-Türk sanatlarında ustalığın, maharetin
kuşaktan kuşağa, nesilden nesile aktarılmasında önemli rolü
bulunan kadim bir izin müessesesidir.
• Muvafık görmek, izin-ruhsat vermek, müsaade
etmek, münasip bulmak vb.manaları havi olan icazet/
icazetname, geçmişte olduğu gibi günümüzde de
öz sanatlarımızın aslî unsurlarıyla birlikte klasik
usûller ustadan çırağa, hocadan talebeye
aktarılması neticesinde öğrencinin sanat ve ruh
inceliği bakımından ulaştığı mertebeye, ustalık
makamına işaret etmektedir.
• Sanatkâr dedelerimizin “Cismani aletlerle icra edilen ruhani
mühendislik” şeklinde tavsif ettiği hat sanatında icazet,
müfredatı tamamlayarak, ruhen belirli bir olgunluğa; kâmil
bir mertebeye vasıl olan hat öğrencisinin sanatında
yetiştiğine, talebe hizmetinde bulunabileceğine ve eserlerine
kendi imzasını atabileceğine dair hocası tarafından “hatt-ı
icaze” ile verilen özel bir belgedir.
• İcazet müessesesi tezyîni sanatlarımızın ebru, minyatür,
tezhip, katı‘ ve naht sanatı nevilerinde de belirttiğimiz
mülahazalar dâhilinde yaşatılmaktadır. Burada icazet
müessesesinin tarihî veçhesine atıfta bulunmadan, hatsanatı
tarihinde ilk icazetnameyi İbnü’l-Emin Mahmud
Kemal İnal “Tuhfe-i Hattâtîn” isimli eserinde belirttiği üzere
Mısırlı hattat Abdurrahman b. Yusuf b. es-Sâi"’in verdiğini
belirtmekle iktifa edeceğiz.
• Talebe, uzun yıllar süren sanat eğitiminde sema metoduyla
hocanın hemen dizinin dibinde, onun mânevî ikliminde
yetişir.Talip, hat sanatında hurufatın anatomisini kavrarken,
ebru teknesinde iğne ile suyu kazarken, tezhipte rumi ve
hatai motiflerinin arasına karışıp giderkenhocasından hadisenin mânevî sırlarıyla birlikte edebini de
öğrenmektedir.
• Hz.Mevlana’nın “Hamdım, piştim, yandım.” buyurduğu gibi
talebe de hocasının yanında bir yandan intisap ettiği sanat
branşının künhüne vâkıf olmak için ter akıtırken, diğer
yandan da sanatın felsefesi, âdâbı, geçmişi, geleceği ve
evrilececeği yer üzerine hocasıyla hasbihâl ederek ruhunu
ikmâl eden sohbetleri dinler.
1950’Lİ YILLARDA ÖZ SANATLARIMIZ YENİDEN DOĞDU
• Ekol sahibi sanatkârların gözetiminde usta-çırak, hoca-
talebe ilişkileriyle asırlar boyunca tekemmül eden
geleneksel sanatlarımızın sağlam usûllerle nesilden nesile
intikalinde icazetin önemli bir rolü bulunmaktadır.
• Memleketimizde 20.yüzyılın başından ortasına kadar
üzerine ölü toprağı serpilen İslâm-Türk sanatları;Necmeddin
Okyay, Hamit Aytaç, Mustafa Halim Efendi,
Hafız Kemal Batanay, Beşiktaşlı Nuri Efendi, Macit Ayral,
Prof. Dr. A. Süheyl Ünver başta olmak üzere daha pek çok
hamiyetli sanatkâr üstadın himmetleriyle 1950’li yılların
ortalarına doğru toparlanma iklimine girerek tabiri caizse
küllerinden yeniden doğmuştur.
• Osmanlı asırlarında uzun yıllar hizmet veren Topkapı Sarayı
Nakkaşhânesi, 1950’li yılların ortalarında Prof. Dr. A. Süheyl
Ünver’in gayretleriyle yeniden tesis edilmiş; Mimar Sinan
Güzel Sanatlar Üniversitesi, Sanayi-i Nefise
Mektebi’nin misyonunu üstlenmiş ve takip eden yıllarda
birbiri ardına İstanbul’da ve Anadolu’daki üniversitelerde
açılan Güzel Sanatlar Fakülteleri’nin Geleneksel
Türk Sanatları Bölümleri öğrenci kabul etmeye başlamıştır.
• Bu süreçte yerel yönetimler de meslek edindirme
merkezlerinde geleneksel sanatlar kursları açarak
sanatseverlere mektep olmuştur.
• Kültür Bakanlığı, IRCICA ve katılım bankaları da açtıklarısergiler, düzenledikleri yarışmalar ve verdikleri teşvik
ödülleriyle kabiliyetli gençleri İslâm
sanatlarına tutundurmaya gayret etmiştir. Geleneksel
sanatlarımıza dair cemiyette beliren ortak şûra,
Türkiye ekonomisinin 2000’li yılların başından itibaren ivme
kazanması, refahın artması; özel ve tüzel koleksiyonerlerin
öz sanatlarımızı icra eden ustaların eserlerine talip olmasını
hızlandırmıştır.Arz etti"imiz gelişmelerle 20. yüzyılın
sonlarına do"ru diriliş
trendinde olan öz sanatlarımız günümüzde büsbütün
yükseliş iklimine girmiş; hemen hemen her yıl düzenlenen
icazet merasimleriyle sanat camiamız yeni bir dinamizme
kavuşmuştur.
İCAZET HOCANIN TALEBEYE İTİMADIDIR
• İcazet, sanatı hakkıyla öğrenen ve icra etmeye hak
kazananlara verilir. İcazet; hocanın, talebesinin sanatına
olan itimadının bir göstergesidir. Bu itimat dolayısıyla
talebe, sanatına karşı öz güvenini artırır.
• Üstad, icazetnameyi yazdığında talebe alın terinin,
sabrının, azminin mükâfatını almış; artık sanatın anahtarı
eline geçmiştir. Bundan sonra sanatta gidilecek yollar
çalışma, alın teri, üstad ile istişare ve gayret ile doğru orantılı
olarak alınacaktır.
• Hat sanatında belirli bir olgunluğa erişen öğrenci,
hocasının talimatıyla icazet levhasını yazar.Kimi örneklerde
olduğu gibi icazet alacak hat talebeleri, hocası ve
diğer hattatların huzurunda icazet levhalarını yazarlar ve
böylece hattatlığa, ustalığa adım atmış olurlar.Hocasıda
talebesinin hazırladığı levhanın altına icazet kıtasını yazar.•
Bir icazet levhasında talebenin yazısı, icazet veren hocanın
ve talebenin isminin yanı sıra hayır duaları da yer alır. Bazı
icazet levhalarında iki, üç ya da daha fazla sayıda hattatın
imzalarına da rastlanmaktadır. SüleymaniyeCamii müezzinlerinden Saim Özel’i, Fatih’teki evinde ziyaret
etmiştim.
• Mezkûr ziyarette merhum hocamızın icazetini incelemiş ve
icazet naif levhasında Mustafa Halim Efendi’nin yanı sıra
Hattat Hamit Bey’in ve Beşiktaşlı Nuri Efendi’nin imzalarını
da görmüştüm.
• Hat mekteplerinde, hat müfredatını bitiren talebelere,
hocaları tarafından icazet makamına kâim, şahadetname
vesikası ya da bitirme belgesi verildi"i
de bilinmektedir.Mustafa Halim Efendi örnekli"inde oldu"u
gibi Medresetü’l Hattatîn’den mezun olanlara bu türden
şahadetnameler verilmiştir.
İCAZET YENİ BİR BAŞLANGIÇTIR
• İcazetle sanatın künhü öğrenilmiş olmaz. İcazet aslında
yeni bir başlangıçtır. Hattat yazdıkça, göz nuru döktükçe
yazıyı kemal mertebeye ulaştırır. Ebrucu tekne başında
günler, haftalar geçirdikçe; müzehhibenin
fırçasından mütemadiyen altın damladıkça sanatlarındaki
vukûfiyetleri; öğrendiklerini öğrettikçe de ustalıkları artar.
• İCAZETİN MÂNEVÎ MESULİYETİ VARDIR• İcazet, bir
netice olarak telakki edilmemelidir. Zahiren bir
netice olmakla birlikte talebenin mesuliyetini artıran, el aldığı
sanat dalındaki ustalığının yükünü pekiştiren mânevî bir
mesuliyettir icazetname.
• Talebe icazet aldığında yaptığı işin, eserin altına kendi
imzasını atacaktır. Kendi imzasının yanında hocasının ve
hocasının hocasının da ismini zikredecektir. Bu hem talebe
için, hem hoca için, hem de hocanın takip ettiği ekol/sanat
silsilesi için müteselsil bir sorumluluk hadisesidir.
• İcazetle birlikte talebe artık hocalık vasfını kazanmış olur
ve böylelikle öğrendiklerini öğretmeye mezun kılınır.
İcazetname alan kişi, hocasından tevarüs eden tüm sanat
birikimini olduğu gibi, milimi milimine, hüvesihüvesine talebelerine aktarma mesuliyetini de yüklenmiş
olur.
• Hoca, bildiklerinin tamamını hiçbir ustalık kırıntısı
saklamadan öğrencilerine öğretmek
durumundadır.Ecdadımız bu hususta “Malın zekâtı kırkta bir;
ilmin zekâtı yüzde yüzdür.” diyerek önemli bir mesuliyete
dikkat çekmiştir.
• İcazetli sanatkâr bir yandan mesleğini devam ettirip
mütemadiyen çok çalışarak ürettiği eserlerle icazetnamesini
bihakkın aldığını ispat etmek durumundadır.• Nitekim
Kıbletü’l-Küttâb unvanının sahibi Şeyh Hamdullah,
yazıdaki muvaffakiyetin sırrını, “Gözlerimi hocamın eline ve
kalemine, kulağımı diline, gönlümü yazıya verdim.
• Bir harfi en güzel yazıncaya kadar bıkmadan, usanmadan
yazdım, yazdım, yazdım…” cümleleriyle ifade etmektedir
• Mücerret çalışmak, talebe yetiştirmek, güzel eserler ortaya
koymak, çağı yakalamak ve bir adım öte aşmak için yeterli
değildir. Çağlar sonrasına sarkaçlanabilen sanatkârlar,
eserlerine kendi yorumunu, sanat neş’esini ve şivesini
katabilenlerdir.
• Şahkulu, Karamemi, Abdullah Buhari, Ali Üsküdari,
Matrakçı Nasuh, Şeyh Hamdullah, Hafız Osman, Mustafa
Râkım, Sami Efendi, Şefik Efendi gibi üstadları son
cümlemizde sözünü ettiğimiz asırlar sonrasında hâlâ
eserleri üzerinde konuşulan ve sanatlarından gıpta ile
bahsedilen ekol sahibi zatlar arasında zikretmiş olalım.
USTALIK HOCADAN ÖĞRENİLİR
• Sanatkâr her şeyden önce güzel ahlâklıdır. Klasik İslâm-
Türk sanatlarının tamamında ustalık hocadan, üstaddan
alınır. Sanatta kemâl noktasına vasıl olmak için
çok çalışmak, üstün gayretler göstermek gerekir.• Şüphesiz
herhangi bir sanat dalında halka ve Hakk’a mâl
olmak için Sırat-ı Müstakim üzere olmak gerekir.Bunun içinde salih bir kalbe ve düzgün bir duruşa
ihtiyaç duyulacaktır.Şüphesiz böyle bir duruşun ardından
üstad da talebelerine icazetlerini şu cümlelerle yazacaktır:
• “Geleneksel sanatlarımızdan ebruculuk hakiki bir Türk
sanatıdır. Zamanımıza kadar intikal eden bu sanata azim ve
dirayetiyle hizmet eden Alparslan Babaoğlu,
yapımına muvaffak olduğu Ebru Sanatımızı icra ve
öğretmeye mezun olmuştur. Kendisine bu icazeyi vermekle
bahtiyarım.Hayatı boyunca başarı ve mutluluklar dilerim.
Yorumlar
Yorum Gönder